Haber

’30 yaşındakiler’ serbest bırakılıyor, Kürt sorunu sürüyor

ANKARA- Faili meçhul cinayetler, boşaltılan köyler, bitmek bilmeyen çatışmalar, “terörle mücadelede kararlılık” vurgusu, DGM’lerin peş peşe verdiği idam ve ömür boyu hapis cezaları… 90’lar; Özetlenmesi zor yıllar…

Son dönemde Türkiye’de 90’lı yılların adından sıkça söz ettirecek pek çok gelişme yaşanıyor. Cumartesi Anneleri’nin her hafta gözaltına alınması, sınır ötesi operasyonlar için uzatılan tutuklama kararı, “terörle mücadelede kararlılık” vurgusu yapan MGK açıklamaları ve yüzlerce Kürt siyasetçinin tutuklu olarak yargılandığı davalar, Kürt siyasetçilerle benzerlikleriyle dikkat çekiyor. 90’lar.

’30 YAŞINDAKİLER’, ’90’LI YILLARIN AĞRILI RÖPORTAJCILARI’

Bugünlerde medyada gördüğümüz bazı tahliye haberleri bize 90’lı yılları hatırlatıyor. Çatışmaların ve yasakların en şiddetli olduğu 93-94 yıllarında müebbet hapis cezasına çarptırılan pek çok genç, bugün yetişkin olarak, haykırışlar eşliğinde serbest bırakılıyor. Gazeteci İrfan Aktan, avukatların ’30’lu yıllar’ dediği bu kişiler için “1990’ların Mazlum İçlileriydi” dedi; Yasin Börü cinayetinden yargılanan 14 yaşındaki Mazlum İçli’ye verilen cezayı hatırlatan ancak olay sırasında 140 kilometre uzaklıktaki bir düğünde olduğunun kanıtlandığı öğrenildi.

BABALAR DEDE OLDU, KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDİ

30 yılda dünya pek çok açıdan değişirken, bu insanların hayatında da pek çok şey değişti. Bazıları 20’li yaşlarında cezaevine girdi ve 50’li yaşlarında yetişkin olarak çıktı. Hapishaneden saf bir üniversite öğrencisi olarak çıkanlar, siyasetten anlayanlar, kitap yazanlar vardı. Bazıları baba olarak girdikleri hapishaneden dede olarak çıktılar. Ancak cezaevine girmelerine neden olan Kürt meselesi, 30 yıl sonra serbest bırakıldıklarında olduğu gibi kaldı.

Kürt sorununun çıkmaza girmesi nedeniyle 30 yıl boyunca dört duvar arasında kalmaya mahkum edilen 90’lı yılların Mazlum İçli halkının özgürlüklerine kavuştuklarında neler yaşadıklarını, 30 yıl geride bıraktıkları bugün Türkiye’yi nasıl bulduklarını merak ettik. Yıllar önce. Musa Şanak, 1993 yılında 29 yaşındayken İstanbul’da gözaltına alınıp tutuklananlardan biri. 30 yıl önce Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından müebbet hapis cezasına çarptırılan Şanak, 2023 yılının Ağustos ayında tahliye edildiğinde 59 yaşındaydı.

İki üniversiteden mezun olduktan sonra cezaevine giren, ana dilinde şiirler, denemeler yazan, çevirip 3 kitap yayımlayan Şanak’la, 30 yıl öncesi ve bugünün Musa Şanak’ını, 30 yıl öncesi ve bugün Türkiye’sini konuştuk. hapishanedeyken.

‘3 AYRI DENEMEDE 3 FARKLI KARAR ÇIKTI’

Ne zaman ve neden cezalandırıldınız?

9 Şubat 1992’de İstanbul’da yakalandım. Önce yardım ve yataklıktan 4 buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Daha sonra Yargıtay bunu bozdu. Belgelerin kapsamı değişmese de ikinci duruşmada üyelikten 18 buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Bu da kırıldı. Belgenin kapsamı değiştirilmeden yeniden görülen duruşmada bu kez müebbet hapis cezasına çarptırıldılar. Bu hukuki bir yargılama değildi. Belgenin kapsamını değiştirmeden 3 farklı duruşmada 3 farklı karar vermek başlı başına bir çelişkidir.

İddia edilen hata neydi?
Birine makbuz verdim, o da aldı. Bunun dışında hiçbir şey yoktur. Kanun çerçevesinde bir ceza vermiş olsaydı, ilk duruşmada verilen ceza muhtemelen 3 yıl 9 ay ile 4,5 yıl arasında, yardım yataklık kapsamında değerlendirilebilecek bir ceza olurdu. Ama 30 yıl verdiler.

‘SELAM VE KAPILARI AÇANLARA ÇOK AĞIR CEZALAR VERİLDİM’

O dönemde birçok kişi işlediği suçlara göre çok ağır cezalar alıyordu. İşlemedikleri suçlardan dolayı ceza bile aldılar. Sizinki de benzer bir durum mu?

O dönemde pek çok insan ya birine selam verdi, birine kapısını açtı ya da demokratik bir eyleme katıldı. Ancak bu kişilere çok farklı anlamlar yüklenmiş ve bu kişilere çok ağır cezalar verilmiştir. Ben dahil pek çok kişi bunun örneğidir.

30 yıl hapis cezasını kabullenmek zor oldu mu?

Böyle bir hukuksuzlukla karşılaşabileceğimi biliyordum. Bu yüzden kendimi entelektüel ve ruhsal olarak hazırlamaya çalıştım. Ne kadar hazırlanmaya çalışsam da kabul edilmesi kolay olmadı. Ancak başka bir çözüm yok. Bu kurallara uymanız, kendinizi buna göre konumlandırmanız ve önünüze bir hedef koymanız gerekiyor.

‘ANNEM İLK ZİYARETİME GELİRKEN TRAFİK KAZASINDA ÖLDÜ’

Aileniz zor zamanlar mı geçiriyor?

O sırada annem ve babam hayattaydı. Kardeşlerim ve yeğenlerim vardı. Annem ilk ziyaretime gelirken trafik kazası geçirdi ve hayatını kaydetti. Sanırım bu benim için hapishanede kabul edilmesi en zor şeydi. Babam da 2 yıl sonra vefat etti. Hapisteyken birini kaybetmek çok zordur. Hele ki söz konusu olan genç bir akrabanızsa ya da trajik bir şekilde kaybedilen bir canınızsa, onun yasını tam anlamıyla sağlayamazsınız ve bu sizi manevi olarak yaralar. “Keşke son bir kez görebilseydim, konuşsaydım” diyorsunuz hep.

“BÖYLE OLMAMASINI İSTEDİĞİMİZ SOSYAL GELİŞMELER YAŞANDI”

Dışarıdaki gelişmeleri takip edebildiniz mi? Hiç izleyip sinirlendiniz mi ya da üzüldünüz mü?

Şartların elverdiği ölçüde olup biteni anlamaya çalışıyorduk. Orada yaşanan her olayı derinden hissettik. Tabii “Keşke böyle olmasaydı” dediğimiz şeyler de oldu. Örneğin özyönetim direnişinde geçmiş deneyimler dikkate alınmadı. Orada bir acı vardı ve o acının toplumda yarattığı duygusal kırılmayı da hissediyorum. Benzer eleştirilerden bahsetmek mümkün.

Cezaevinde yazdığınız kitaplar, şiirler var. Cezaevinde mi yazmaya başladınız?

İlkokuldan sonra Akçadağ Öğretmen Lisesi’ne yatılı olarak başladım. Okuldaki hayatımız Türkçeydi ama okul dışındaki tüm hayatımız Kürtçeydi. Köydeki hayatımız ile okuldaki hayatımız arasında bir uçurum vardı. Köyü ve annemi çok özledim. Anneme mektuplar ve iltifatlar yazardım. Türkçeyi çok iyi bilmediğim için az kelimeyle çok şey anlatmaya çalışıyordum. Bu sayede şiire olan eğilim de gelişmiştir. Zamanla bu biraz bilinçli bir tercihe dönüştü. Girmeden önce yazıyordum ama Türkçe yazıyordum. Hapishaneye girdikten sonra ana dilimde yazmaya başladım.

Çoğunlukla hangi bahislere yazıyorsunuz?

Ağırlıklı olarak toplumsal konular üzerine yazıyordum ama aynı zamanda aklıma hiç gelmeyecek bireysel konular hakkında da yazıyordum. Kendime herhangi bir kısıtlama getirmedim ama ister istemez toplumsal konularda daha yoğun yazıyordum. Çünkü orada umudu büyütmemiz, toplumla bağımızı korumamız gerekiyordu.

’30 YAŞINDAKİ ÇOCUKLARIN COŞKUYLA KARŞILANACAĞI BEKLENTİYLE İLİŞKİLİDİR’

Avukatların “30’lu yaşlar” dediği sizin gibi mahkûmlar cezaevinden çıktıklarında büyük bir coşkuyla karşılanıyorlar. Adeta bir düğün atmosferi gibi. Bu coşkunun elbette özgürlüğe duyulan özlem ve kavuşmayla ilgisi var. Bu heyecan sizin için ne ifade ediyor?

Bir anlamda bu coşkuyu beklentiyle ilişkilendiriyorum. “Bu kadar uzun süre cezaevinde kalan kişilerin mutlaka kendilerini eğitmiş, belli bir bilgi ve tecrübe kazanmış olmaları, çıktıklarında mücadeleye belli bir ivme kazandırabilmeleri” yönünde bir beklenti olduğunu düşünüyorum. Bu toplumsal beklentiyi anlamlı buluyorum. Umarım halkımız bu beklentiler karşısında hayal kırıklığına uğramaz. Büyük bir sorumluluk hissediyorum ve gerçek şu ki korkmuyorum. Bu kadar büyük bir sorumluluk ve bu kadar büyük bir beklenti karşısında birey olarak korkmamak mümkün değil.

30 yıl sonra serbest bırakılmak nasıl bir duyguydu?

Çıktığım için tabii ki mutluydum. Çünkü özgürlüğün yarattığı bir takım fırsatlar var. Ama bir yandan da arkadaşlarımızı o izolasyon ortamında dertleriyle baş başa bırakıyoruz. Geride kalanların yarattığı bir üzüntü vardı. Benim için üzüntü ön plandaydı. Onlar için bizden duydukları memnuniyet ön plandaydı. Başka bir deyişle çıkış yalnızca fiziksel özgürlüktür. Aksi halde toplumsal sorunlarımız çözülmediği, binlerce arkadaşımız hapse atılmadığı sürece benim rahat olmam mümkün değil.

‘SESLERE VE GÜRÜLTÜLERE ALIŞMAK ZOR OLDU’

30 yıl sonra ortaya çıktığınızda sizi en çok şaşırtan şey neydi?

İlk şoku cezaevi kapısında yaşadım. Bir anda otomobil sesleri ile insanların alkış ve sloganları birbirine karıştı. Hapishanede öyle bir sessizliğe alışmıştık ki, o yüksek ses tuhaf bir etki yapıyordu. İlk iki üç saat boyunca arayanların ne dediğini bile anlayamadım. Sanki kedi kulaklarımı kaşıyordu. O seslere; Kalabalığa ve araba seslerine alışmak bile birkaç gün sürdü. Kendimi bir kaosa düşmüş gibi hissediyorum ve o kaosun içinde tarafımı bulmaya çalışıyorum.

‘CEZAEVİ DÜZ, DIŞARI İNMEDE BİRAZ ZORLUK YAPARIM’

Sokakta ve trafikte olmak zor muydu?

Yürürken bile insan kendini tuhaf hissediyor. Çünkü hapishane her zaman düzdür. Hafif kirli veya hafif eğimli bir yere çıktığınızda zor anlar yaşarsınız. Kaldırımlarda merdivenlerden inip çıkmak, karşıdan karşıya geçmek; Bunlara bile alışmak gerekiyor.

‘CEZAEVİNDE HAFTALIK 10 DAKİKA TELEFONLA GÖRÜŞME HAKKI VARDI, GÖRÜNTÜLÜ GÖRÜŞME ÖNEMLİ BİR FIRSATTIR’

Mesela bu konuşmayı yüzlerce kilometre uzaktan görüntülü olarak yapabilmek nasıl bir duygu?

Cezaevinde haftada bir 10 dakika telefonla konuşma hakkımız vardı. İlk kez konuşma fırsatı bulduğumuzda bile bu bizim için çok büyük bir şeydi. Artık bu güzel sohbeti değerli bir fırsat olarak görüyorum. Mesela ben gittiğimde ziyaretime gelebilecek insanlar vardı, 30 yıl sonra gelemeyenlerle de bu tekniği kullanarak tanıştım.

‘İLKÖĞRETİM ÇAĞINDAKİ İNSANLARDAN AKILLI TELEFONLARI ÖĞRENMEMİZ GEREKİYOR’

Akıllı telefon kullanmaya alıştınız mı?

Yemin ederim yardım alıyorum. Birkaç denemeden sonra ne anlattıklarını anlıyorum. Şimdilik kendim için yeterince şey öğrendim. İlk aldığımda gelen herkes bana bir şeyler öğretmeye çalıştı. Ancak orta yaşlı ve yaşlı insanlar bunu doğru düzgün anlatamadılar, ben de anlamadım. İlkokul çağındaki çocuklara gelince, çok basit ve açıklayıcı bir şekilde anlattılar, ben de çabuk anladım. Dolayısıyla onlardan ders almamız gerekiyor.

‘SOSYAL MEDYAYA DAHİL OLDUK, İYİ Mİ KÖTÜ Mİ BİLMİYORUM’

Sosyal medyayla tanıştınız mı?

2 hafta öncesine kadar sadece WhatsApp vardı. 2 hafta önce bir yere misafir olduk, Facebook ve Instagram’ı açtık. Biz de dahil olduk. İyi mi kötü mü bilmiyorum. Başım belaya mı girdi?

Bilgisayarda yazmaya başlamayı mı düşünüyorsunuz?

Bunu düşünüyorum ama henüz karar veremedim. Çünkü gitmem, gezmem gereken yerler var. Daha sonra bilgisayarda yazmaya başlamak istiyorum.

‘DEVLET Kürt inkarından vazgeçmedi, şekil değiştirdi’

Devletin ve hükümetlerin Kürt sorununa yaklaşımı açısından 90’lı yıllar ile günümüz arasında nasıl bir fark görüyorsunuz?

90’lı yıllarda zor ve kaba yöntemler hakim oldu. Tamamen inkar üzerine kuruluydu. Ama artık dar bir çerçevede, kozmetik adımlar atarak yaklaşıyorlar. Toplumu yumuşatmayı, çabadan uzaklaştırmayı amaçlıyorlar. ‘Sorunlarınızı görüyoruz, çözüyoruz, çözersek çözeriz’ şeklinde bir yaklaşım gelişti. Ama özünde devlet Kürt inkarından vazgeçmiş değil. Asimilasyon politikasını ancak daha incelikli sistemlerle sürece yayarak sürdürüyor.

‘KÜRTLER OTOASİMİLASYONUN HAVASINA GİRDİ’

Mesela Kürtler kendi ana dillerinden çok uzak kalmışlar; özellikle metropollere gidenler. Devletin anadilde eğitim talebini bu kadar ısrarla reddetmesinin nedenlerinden biri de budur. Asimilasyon politikasında başarılı olduğunu görüyor. “Eğer bu çıkmazı 10 yıl daha bu seviyede sürdürebilirsem aslında başka bir şey yapmama gerek yok. Kürtler kendi kendilerine asimile olacaklar. Bir otomatik asimilasyon girdabına girdiler. Oraya isteyerek gidiyorlar. Ana dilinde eğitim konusunda ısrarcı olan insanları toplumdan izole ederim ki, o asimilasyonu kıracak bir faaliyet geliştiremesinler. Asimilasyondan sonra Kürtler Kürtçeyi unuttuktan sonra artık Kürt sorunu kalmayacaktır. Kürt Türkleri kalacak.” Bence hesaplama bu. Böyle ikili bir politika izleniyor. Yani devlet inkar politikasından vazgeçmedi. Sadece şekil değiştirdi.

‘DEVLET KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK İSTİYORSA PKK VE GERİLLALARIN VARLIĞI ENGEL DEĞİLDİR’

Bugün devlet Kürt sorununu çözmek istiyorsa PKK’nın ve gerillanın varlığının buna engel olmadığını düşünüyorum. Bugün Meclis’te oturup birlikte çözüm üretebilirler. Pek çok alternatif üretebilirler ama çözüm üretmek istemedikleri için bahanelere ihtiyaç duyarlar. PKK’nın varlığını bahane ederek çıkmaz anlayışlarını örtbas edip toplumu manipüle ediyorlar.

‘ÇOCUKLARA KÜRTÇE ÖĞRETİLMİYOR, BU ÇOK ACI’

Devletin bir asimilasyon politikası sistemi olarak anadili engellediğini söylediniz. Dışarı çıktığınızda ana dilinizin daha az kullanıldığını gözlemlediniz mi?

Şu anda kız kardeşimin evinde kalıyorum. Kız kardeşim ilkokula bile gitmedi. Uzun yıllar Kürtçe’den başka dil bilmiyordu. Şimdi Kürtçe konuştuğumda ‘Bunu nereye getirdin’ diyor. Ben de “Biz annelerimizden böyle öğrendik” diyorum. Bunu gittiğim her yerde, en yakınlarımızda bile görüyorum. Çocuklara ana dilleri öğretilmedi. Genç kuşaklarda anadilini ailesinden öğrenenlerin sayısı oldukça azdır. Çocuklara Kürtçe bir şey sorduğunuzda anlamıyorlar bile. Türkçe hakim dil haline geldi. Bu benim için çok acı verici.

’30 YIL SONRA SIFIRDAN BİR HAYAT KURUMAK ÇOK ZOR’

30 yıl cezaevinde kaldıktan sonra çıkıp sıfırdan bir hayata başlamanın zorluklarını nasıl anlatırsınız?

Zor, gerçekten zor. Şansım şu. Kardeşlerim ve yeğenlerim yurt dışında ve imkanları var. Bu fırsatları benimle isteyerek paylaşıyorlar. Bunun verdiği bir rahatlık var. Ama hayatımı sürekli onları bekleyerek geçiremem. Maddi olarak bir şeyler yapmam lazım. İçerideyken ne yapabileceğimi düşünüyordum, şimdi de düşünüyorum. Ailemin görüşleri ve katkılarıyla bir şeyler yapacağım. Ama pek çok arkadaşımızın böyle bir imkanı yok. Bu yüzden biraz daha kurumsal düşünüp farklı çözümler bulmak gerekiyor. Ciddi sorunların olduğunu biliyorum. Kısa vadeli, orta vadeli çözümler, uzun vadeli kalıcı çözümler üretmek gerekiyor. Çünkü binlerce insan çıkıyor.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Biz cezaevindeyken başta tutuklu aileleri olmak üzere yakınlarımız ve barış anneleri bizi yalnız bırakmadılar. O tecrit koşullarında mektuplarıyla, kartlarıyla bize bir pencere açtılar. Kendilerine şükranlarımı sunmak isterim. Onun dışında cezaevindeki birçok arkadaşım dışarıda akrabalarını ziyaret etmemi bekliyor. İmkanlarım dahilinde ulaşabildiğim kadarını başardım. Ulaşamadıklarımı bağışla, onlara da selamlarımı iletiyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu